top of page

Yangınlar İçimizde: Incendies Filmi Üzerine


2010’da çıkan bu filmi yıllar sonra, aslında çok da planlayarak izlemedim. Özellikle seçtiğim bir film değildi ama izlerken etkisi beklediğimden çok daha ağır oldu. Sadece savaşın yıkımını değil, sessizliğin nasıl kuşaklar boyu aktarıldığını, kimliğin karanlıkta kalan yaralarını düşündüren bir hikâyeydi.

Bu yazıda Incendies’i basit bir film eleştirisinin ötesine taşımak istiyorum. Savaş psikolojisi, Freud ve Lacan’ın kavramları, sosyalist eleştiri ve felsefi sorular eşliğinde düşünmeye çalışacağım. Çünkü bu film yalnızca Lübnan iç savaşını değil; hepimizin içindeki konuşulamayan yangınları görünür kılıyor.


Denis Villeneuve’ün Incendies Filmi: Sessizliğin Çığlığı

Incendies yalnızca bir aile hikâyesi ya da bir Orta Doğu trajedisi değil; savaşın psikolojik izlerini, bireysel ve toplumsal bilinçdışıyla yüzleşmenin dehşetini sahneye koyan sarsıcı bir anlatı.

Filmin merkezinde, Lübnan İç Savaşı’ndan ilham alan ama evrensel ölçekte yankılanan bir soru var: Savaş nasıl bir miras bırakır? Ve bu mirası tanımadan, onunla yüzleşmeden nasıl insan kalabiliriz?


Travma: Savaşın Psikolojik Kalıtı

Freud’un en temel kavramlarından biri olan travma, yalnızca bireyin başına gelen bir olay değil, ruhsal aygıtın bunu temsil edemediği, simgeleştiremediği bir “kesinti”dir. Incendies’de Nawal’ın yaşadığı tecavüz, esaret, evladının elinden alınması gibi deneyimler, sembolik düzeyde dile dökülemeyen bir yaradır.

Freud’un Tekerrür Zorunluluğu (Wiederholungszwang) kavramını düşünelim: travma bastırıldığında, anlatılamadığında, simgeselleşemediğinde tekrarlanarak geri döner. Filmde bu mekanizma Nawal’ın çocuklarının hikâyesine devredilen sessizlikle işler. Çocuklar, annelerinin geçmişini çözerken aslında kendi kimliklerinin temellerindeki bastırılmış şiddetle yüzleşirler.

Savaş yalnızca kurşun ve barut değil; kuşaklar boyu aktarılan sessizliktir.


Lacan: Simgesel’in Çöküşü ve Babanın Adı

Lacan’ın kavramları filmde çok güçlü biçimde yankılanır. Özellikle Babanın Adı (Nom du Père) kavramı, kimlik inşasında baba adının, soyun, ataerkil hukukun ve yasakların kurucu rolünü anlatır.

Incendies’de bu yasa çöküyor:

  • Kimlik belgeleri yanıyor.

  • Çocuklar soyadını bilmiyor.

  • Baba figürü yok ya da dayanılmaz bir biçimde bastırılmış.

Babanın adı silindiğinde, yasa da silinir: ensest gerçeği buradan doğar. Çocuklar kendi bilinçdışlarının kör noktasına doğru yol alırken Lacan’ın Gerçek (le réel) dediği, simgeselleştirilemeyen, dayanılmaz çekirdekle yüzleşirler.

Filmin son sahnesinde mektupta okunan şu cümle bu Lacancı çıkmazın özetidir:

"Sana kardeşini ve babanı aynı anda bağışlıyorum."

Bu, sembolik düzenin çözüldüğü noktada bir affetme değil, trajik bir yapı çözümüdür: suç ve yasak birleşir.


İşaret, İz ve İçsel Leke: Üç Nokta Dövmesi

Filmde kritik bir sembol olan üç nokta dövmesi, psikanalitik bakışla bir tür içsel leke veya bilinçdışı işaret gibi okunabilir.

Bu dövme, kimlik belgeleri yanarken bile silinmeyen bir "kayıt"tır. Lacan’ın dilinde bilinçdışının yazısı (écriture de l'inconscient) gibidir: silinemeyen, bastırılsa da geri dönen bir iz.

Travma, söze dökülemezken bedene kazınır. Dövme burada hem failin hem kurbanın üzerinde bir damga gibi işler; şiddetin kuşaktan kuşağa geçen "imzası"dır.

Film, bu dövmeyi yalnızca bir teşhis unsuru olarak değil, kolektif travmanın bedensel, simgesel ve gerçek katmanlarındaki izini ortaya koymak için kullanır.

Sessizlikle aktarılan savaş, bedenin üzerindeki lekelerle yazılı kalır.


Kimliğin Silahlaştırılması

Incendies’de savaş, ulus-devletlerin ya da “inanç” sistemlerinin bir çatışması gibi görünür. Ama film arka planda ekonomik ve sınıfsal bir gerçekliği de ima eder:

  • Çocukların kökeni yoksulluk ve kırsal marjinalliktir.

  • Milisler ideolojik olarak değil, çoğu zaman çaresizlikten katildir.

  • Kadın bedeni, savaşın ele geçirilip kirletilen toprağıdır.

Marksist ya da sosyalist bir eleştirinin göstereceği gibi, kimlik siyaseti sınıf gerçeğinin üstünü örten bir ideolojiye dönüşür. Din ve etnisite çatışmaları, sınıfsal sömürünün ve emperyalist çıkarların mazeretidir.

Film bir yanıyla şunu sorar:


Kimlik için öldürenler kimin çıkarına hizmet ediyor?


Kimliğin Hakikati ve Yüzleşme

Incendies, felsefi olarak kimliğin inşasını ve hakikat arzusunu sorunsallaştırır. Çocuklar annelerinin sırrını çözmeye çalışırken kendi özdeşliklerinin olanaksızlığıyla yüzleşirler.

Heidegger’in aletheia kavramıyla düşünelim: hakikat ele geçirilecek bir bilgi değil, yüzleşilmesi gereken bir açılmadır. Filmde hakikat bilgiyi tamamlamaz, karakterleri yıkar ve dönüştürür.

Bu yüzden filmin sonunda gelen “bağışlama”, bir kurtuluş değil; kendilik bilgisinin getirdiği ağır bir lanettir.


Sessizliğin Sembolizmi ve Tanıklık

Filmde sessizlik teması çok güçlüdür. Nawal hayatta iken konuşmaz. Çocukları gerçekleri öğrenene kadar annelerinin mektubunu açamazlar.

Freud’un Yas ve Melankoli metninde tarif ettiği gibi, yas kaybın tanınmasıdır; melankoli ise bu kaybın içselleşmiş ve konuşulamayan suçluluğa dönüşmesidir.

Nawal’ın kuşağı için yas tutulmamış, melankoli kalmıştır. Çocuklar bu sessizliğin duvarını yıkarak tanıklık ederler. Ancak bu tanıklık kurtarıcı değil; dönüştürücü ve ağırdır.


Yangınlar Bizim İçimizde

Incendies, yalnızca bir Orta Doğu anlatısı değil. Dünya çapında tüm savaşların, iç savaşların, sömürgelerin, sürgünlerin ve göçlerin yarattığı kolektif travmayı sahneye koyuyor.

Freud’un dediği gibi, bastırılan geri döner. Lacan’ın dediği gibi, simgeselin çöküşü Gerçek’in patlamasına yol açar. Felsefi olarak, kimliğimiz sandığımız şey bile bize anlatılmamış hikâyelerle örülüdür.

Bu filmi izlemek bir dedektiflik oyunu değil; kendi ailemizin, toplumumuzun, ülkemizin sakladığı yangınlarla yüzleşmektir.

Belki de en korkutucu soru budur: Biz hangi savaşların mirasçılarıyız?

 
 
 

Comments


İLETİŞİM

Benimle hulya.filipov@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.

 


Yüz yüze & Online

Şişli/ İstanbul

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Facebook
  • Twitter

© 2018 Hülya Filipov . Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page