Lacan’ın Paradoksu Üzerine: Freud’dan Carroll’a, Deleuze’den Gerçek’e
- Hülya Filipov
- 22 Mar
- 3 dakikada okunur
Lacan’ın söylemini ve düşünsel mirasını anlamak, çoğu zaman bir metnin kıvrımlarında, bir kavramın kesişim noktasında, ya da bir “boşlukta” gezinmek gibidir. Bu yazıda, Deleuze’ün “Lacan’ın paradoksu” adını verdiği yapıyı, hem Lacan’ın kendi psikanalitik yönelimiyle hem de Freud’un ve Lewis Carroll’un metinleriyle ilişkisi üzerinden ele alacağım. Bu kavramsal dolaşım, anlamın oluşumuna, öznenin yer değiştirmesine ve en nihayetinde psikanalizin Gerçek’e yönelen diliyle temasına dair önemli izler taşır.
Paradoksun İzinde
Deleuze, 1969 tarihli Anlamın Mantığı (Logique du sens) adlı eserinde Lacan’a bir paradoks atfeder. Onun için paradoks, felsefenin özüdür; düşüncenin sınırlarını zorlayan bir figür, her şeyi yerinden eden bir patostur. Dolayısıyla Lacan’a bir paradoks atfetmek, ona felsefi bir övgü sunmaktır. Paradoks, Deleuze’e göre bilinçdışının kudretidir; çünkü her zaman sağduyuya karşı işler, bilinçlerin arasından ya da arkasından dolanır.
Lacan ise aynı dönemde, Deleuze’ün kitabının yayımlanmasından yalnızca bir hafta önce, olası bir “Lacan teoremi”nden söz eder. Teoremi sahiplenmez ama varlığını da reddetmez. Onun için önemli olan, “bitmemiş bir söylemin kapanmaya çalışırken dışarı attığı artıklar”dır. Bu vurgu, paradoksla değil, simgesel yapıdan taşan, simgeselleşemeyen bir fazlalıkla ilgilidir.
“Yerinde Olmayan Şey” ve Freudcu Esin
Paradoksun Lacan’a ait olan formülasyonu, Deleuze’ün ifadesiyle “yerinde olmayan şey”dir. Bu ifade, ilk olarak 1956’daki IV. Seminer’de ve Çalınmış Mektup Üzerine Seminer adlı metninde geçer. Lacan orada şöyle der: “Gizli olan şey, her zaman yerinde olmayan o şeydir.” Burada, gösterenin doğası gereği bir yokluğun simgesi olduğunu ve anlamın, tam da bu yokluk etrafında kurulduğunu söyler.
Bu düşüncenin kökeni ise Freud’a uzanır. Freud’un tekrar zorlantısı, ombligo del sueño (düşün göbeği) ve witz(nüktedanlık) üzerine düşünceleri, Lacan’ın “anlamın devinimi bir eksiklik üzerinden çalışır” fikrini temellendirir. Freud’a göre, her düşte bir “ulaşılamaz çekirdek” vardır. Bu çekirdek, anlamın üretimini askıya alan, bilinemez olanın sessizliğidir. Lacan, bu noktayı “öznenin simgeselle ilk temas noktası” olarak yorumlar.
Carrollvari Anlamsızlık ve Lacan’da Alice
Lacan’ın Carroll’a olan ilgisi oldukça dikkat çekicidir. Alice’in düşsel evreni, gösterenlerin anlamdan koptuğu, mantığın tersyüz olduğu bir alandır. 1955’te Alice’in kart oyunu oynadığı sahneden, 1957’de küçük Hans ile Humpty-Dumpty arasındaki paralelliğe kadar birçok yerde Lacan, Carroll’a başvurur.
Özellikle 1964 tarihli XII. Seminer’de, Lacan açıkça Alice’in dünyasını göstergenin statüsünü çözümlemek için kullanacağını söyler. Bu noktada, gösteren ile gösterilen arasındaki çizginin (barre) anlam etkisini, yani non-sense'i, yani “anlamsızlık üzerinden anlam”ı doğurduğunu vurgular.
Deleuze de Carroll’a başvurur. Aynanın İçinden adlı metindeki “Yün ve Su” bölümü, Alice’in gözünün önünde duran ama asla dokunamadığı, her seferinde bir sonraki rafa kayan nesneyle doludur. Bu sahne, “yerinde olmayan şey”in mükemmel bir edebi yansımasıdır. Tıpkı Poe’nun Çalınmış Mektup’unda mektubun görünür olup görünmez olması gibi, anlam da her zaman başka bir yerde gezinir.
Paradoks mu Teorem mi?
Deleuze için paradoks felsefenin tutkusuysa, Lacan için önemli olan anlamın indirgenmesidir. Lacan, gösterenin anlam üretimini askıya alabileceği, özdeşliğe indirgenebileceği bir noktadan söz eder: “x = x.” Anlamı indirgeyerek, çok anlamlılığı değil, anlamın dayandığı yapısal boşluğu hedefler.
Buradan hareketle, Deleuze’ün Lacan’a atfettiği paradoks saygıdeğer olsa da, Lacan’ın psikanalitik yönelimi açısından eksik kalır. Zira psikanaliz, ne bilinçdışının imgelerini taklit etmeyi amaçlar ne de felsefi bir sistem üretir. Psikanaliz, anlamın ötesinde yer alan Gerçek’e yönelir. Ve Gerçek, anlamı dışlar. İşte bu yüzden Lacan bir teorem düşünür: çünkü teorem, matematiksel dildir; çok anlamlılığa yer vermez, boşluğu işaret eder ama anlam üretmez. Matematiksel dil, özneyi üretmez; obje a’dan muaf, dolayısıyla “haz-anlam” (joui-sens) üretmeyen, sessiz ama kesin bir dildir.
Sonuç Yerine: Anlamın Sustuğu Yerde
Deleuze’ün “Lacan’ın paradoksu” adlandırması, Lacan’ın düşüncesine felsefi bir selamdır. Ancak bu selam, psikanalizin özüne —yani anlamın indirgenmesi, çok anlamlılığın çözülmesi ve Gerçek’le temas edilmesi hedefine— tam olarak denk düşmez. Lacan, gösteren zincirinin çeperinde, anlamın değil, yokluğun üretici etkisini takip eder.
Paradoks, bu zinciri kırabilir; ama yalnızca teorem onu sonlandırabilir.
Okuma Önerileri – Merak Edenler için
Bu yazı senin için bir başlangıç noktası olduysa, Lacan'ın dünyasına ve düşüncenin kıyılarına adım atmak isteyenler için birkaç önerim olacak:
Lewis Carroll ile başla: Alice Harikalar Diyarında ve Aynanın İçinden, çocuk kitabı sanılan ama bilinçdışının oyun alanı olarak okunabilecek metinler.
Edgar Allan Poe’dan bir hikâye oku: Çalınmış Mektup, görünürde basit ama analiz için sonsuz bir derinliğe sahip.
Freud’un “ombligo del sueño” ifadesine göz gezdir: Düşlerin Yorumu kitabının içinde yer alan bu gizemli nokta, bir anlamın bittiği yerde başlar.
Kendini Lacan’ın bir seminerine bırak: Özellikle Seminer XI: Psikanalizin Dört Temel Kavramı bu alanla tanışmak için sağlam bir zemin sunar.
Commentaires