Kilo Vermek İçin Psikanalize Başvurmak: Yeme Davranışının Ötesinde Arzunun Sesi
- Hülya Filipov
- 18 Nis
- 3 dakikada okunur
Kilo vermek neden çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır? Neden birçok insan, tekrar tekrar diyete başlasa da kalıcı bir sonuç elde edemez? Bu sorular, metabolizma, kalori dengesi ya da irade gibi yüzeysel açıklamalarla sınırlanamayacak kadar derin bir düzeye işaret eder. Psikanaliz, işte tam da bu derinlikte devreye girer. Çünkü yemek, sadece fiziksel bir ihtiyaç değil; arzunun, hazsızlığın ve yasakla örülü bilinçdışı çatışmaların somutlaştığı bir sahnedir.
Kilo Vermek Bir İrade Meselesi Değildir
Toplum, yeme bozukluklarını çoğu zaman bir irade eksikliği olarak görür. “İsteseydin yapardın” denir. Ancak bu söylem, yalnızca yüzeydeki semptoma hitap eder. Psikanaliz bize şunu gösterir: semptom, daima bastırılmış olanın dönüşüdür. Kilo verememek, çoğu zaman iradenin zayıflığı değil, arzunun uğradığı tahribatla ilgilidir. Yeme davranışı, bireyin kendisiyle ve Öteki’yle (l’Autre) kurduğu ilişkinin bir tezahürüdür.
Yemek: Arzunun Sahnesi
Freud’un açtığı yolda ilerleyen Lacan, arzunun yapısal bir eksiklik etrafında kurulu olduğunu ifade eder. İnsan, yalnızca ihtiyaçlarını tatmin eden bir canlı değildir; o, arzulayan bir varlıktır. Yemek yeme eylemi ise yalnızca biyolojik değil, simgesel düzlemde işleyen bir söylemin parçasıdır.
Çocuklukta anneyle kurulan ilk bağda, annenin verdiği gıdanın yalnızca bir “besin” değil, aynı zamanda bir “ileti” olması gibi… Yani yemek, anneden gelen sevgi, kabul ya da reddin taşıyıcısıdır. Bu yüzden bazı bedenler, kendilerini yemekle “doyurmaya” çalışırken aslında bir eksikliği telafi eder: arzunun eksikliğini.
Yemeğin Hazdan Acıya Evirilmesi: Jouissance
Psikanalitik düşüncede jouissance, hazla acı arasındaki çarpıcı geçişi tanımlar. Birey yemek yerken bir noktaya kadar haz duyar; fakat bu haz, belirli bir eşiği aştığında acıya dönüşür. Bu dönüşüm, sadece mide bulantısıyla ya da suçluluk duygusuyla değil, bedensel semptomların oluşmasıyla da görünür hâle gelir: kilo alımı, sindirim sorunları, hormonal dengesizlikler…
Freud’un tanımladığı tekrar zorlantısı (Wiederholungszwang) kavramı, burada işlerlik kazanır. Kişi, kendisine zarar verdiğini bildiği hâlde aynı davranışı tekrar eder: “Yine kendimi tutamadım”, “Bunu yapmamam gerektiğini biliyordum.” Bu tekrar, arzunun değil, arzunun bastırılması nedeniyle ortaya çıkan semptomun işaretidir.
Diyet Neden Yeterli Olmaz?
Birçok zayıflama programı, kontrol ve kısıtlama üzerine kuruludur. Listeler, zamanlamalar, yasaklı besinler… Ancak psikanaliz açısından bakıldığında, arzu hiçbir zaman tümüyle denetlenemez. Çünkü arzu, yasa ile biçimlenir ama yasayı delme yönünde işlemeye devam eder. Kısıtlanan her besin, sembolik düzeyde daha çok arzu nesnesine dönüşür.
Bu nedenle birçok kişi için diyet, kısa süren bir egemenlik hissi ardından bir çöküşe, suçluluğa ve yeniden yeme krizlerine dönüşür. Sorun, kontrolün eksikliği değil; arzunun çözümlenmemiş yapısıdır.
Psikanaliz Ne Sunar?
Psikanaliz, bireyin ne yediğinden çok, neden yediğini anlamasına hizmet eder. Lacan’ın deyişiyle, analiz “öznenin öznesi olduğu şeyi söylemesine olanak tanıyan” bir işlemdir. Yani kişi, sadece bedenine yönelik bir dışsal müdahaleye değil, kendi söylemine kulak vermeye çağrılır.Bu süreçte şunlar açığa çıkabilir:
Yeme davranışı, bir travmanın izini taşıyor olabilir,
Bastırılmış bir yas süreci semptomatik olarak bedene yazılmış olabilir,
Arzunun Öteki’yle ilişkisinde ortaya çıkan suçluluk, yeme yoluyla bastırılıyor olabilir.
Psikanaliz bu düğümleri çözmeyi vaat etmez, ancak öznenin kendi sözüne kulak vermesini sağlayarak semptomun dönüşümüne imkân tanır. Zayıflamak burada yalnızca bir “sonuç” değil, bir dönüşüm sürecinin sembolik ifadesi hâline gelir.
Yeme Davranışı, Arzunun Etik Bir Çerçeveye Oturmasıyla Dönüşür
Kilo vermek isteyen biri için mesele, yalnızca fiziksel bir değişim değildir. Yeme davranışına yüklenen anlam çözülmedikçe, semptom kendini farklı biçimlerde yeniden üretecektir. Arzunun bastırıldığı her yerde semptom belirir.
Bu yüzden psikanaliz, sadece kilo kaybı için değil; arzu ile daha etik, daha özgürleştirici bir ilişki kurmak için önerilir. Bu etik ilişki yalnızca yeme davranışını değil, bedenle, hazla, cinsellikle, ilişkilere ve toplumsal yaşama dair tüm bağları etkiler.
Sonuç: Diyet Listeleri Değil, Söylem Dönüşür
Kilo vermek isteyen kişi için en derin mesele, arzusunu tanımak, ona alan açmak ve ona kulak vermeyi öğrenmektir. Bu yolculuk, yemekle, bedenle, yasakla, suçlulukla ve hazla kurulan ilişkiyi yeniden kurmayı gerektirir.
Psikanaliz, bu ilişkiyi düzene koymak, bir başka deyişle arzunun semptomatik kıvrımlarını çözümlemek için bir yoldur. Ve bu yol, diyetlerin vaat ettiği geçici sonuçların çok ötesine geçerek, öznenin kendisine dair daha radikal ve dönüştürücü bir tanıklığı mümkün kılar.
Okuma Önerileri
Sigmund Freud, Haz İlkesinin Ötesinde "Tekrar zorlantısı", "hazsız haz" ve bedensel semptomların anlamı üzerine temel bir metin.
Jacques Lacan, Seminer VII: Etik de la psychanalyse Arzunun etik çerçevesi ve jouissance kavramı üzerine temel bir seminer. Özellikle 1959-60 yılı oturumları.
Jean-David Nasio, Arzunun ve Yemeğin Psikanalizi Gündelik yaşamdaki yeme davranışının arkasındaki arzusal yapı üzerine anlaşılır bir Lacancı perspektif.
Colette Soler, Le corps en psychanalyse Bedene yazılan semptomların ve bilinçdışıyla beden arasındaki ilişkinin psikanalitik çözümlemesi.
Julia Kristeva, Yabancı Gibi Kendine Kendilik, boşluk, eksiklik ve hazsızlık üzerine poetik ve psikanalitik bir metin.
Comentários