top of page

Kreutzer Sonat’ta psikanalitik bir yolculuk


 

Spot: Beethoven’ın Kreutzer Sonatı ile Tolstoy’un aynı adlı romanı, müziğin ve edebiyatın bilinçdışıyla kurduğu derin ilişkiyi gözler önüne seriyor. Bu iki eser, kıskançlık, arzu ve içsel çatışmalar gibi bastırılmış duyguları psikanalitik bir mercekle ortaya çıkararak sanatın ruhsal derinliklere nasıl ayna tuttuğunu gösteriyor

 

Hülya Filipov / Klinik psikolog

 

Sanat, insana dair duyguların en derin noktalarını ifade ederken aynı zamanda bilinçdışımıza da ayna tutuyor. Beethoven’ın tutkulu ve karmaşık Kreutzer Sonatı ile Lev Tolstoy’un bu eser etrafında kurguladığı “Kreutzer Sonat” adlı romanı, psikanalitik bir bakışla incelendiğinde insan ruhunun bilinçdışındaki arzuları, çatışma alanları ve kıskançlık gibi karanlık duyguların nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı oluyor. Bu yazı, her iki eseri Sigmund Freud’un psikanaliz teorisi ve Jacques Lacan’ın bilinçdışı kavramı çerçevesinde inceliyor ve “sanat, bilinçdışımızı nasıl yüzeye çıkarıyor?” sorusuna yanıt arıyor.

 

Beethoven’ın Kreutzer Sonatı (Sonat No. 9, Op. 47), bestecinin en tutkulu eserlerinden biri olarak öne çıkıyor. Parçadaki yoğun duygusal değişimler, dinleyicide hem hayranlık hem de huzursuzluk yaratabilecek bir gerilim doğuruyor. Psikanalitik bir bakışa göre, bu gerilim, bilinçdışımızdaki bastırılmış çelişkili arzuları tetikliyor. Beethoven’ın bu sonatı, Freud’un libido enerjisi olarak adlandırdığı yaratıcı gücün bir yansıması olarak okunuyor. Müziğin bilinçdışımıza etkisi, onun sözlere dayanmamasından kaynaklanıyor. Lacan’a göre, bilinçdışı bir dil gibi çalışıyor; müzik, bu dile doğrudan hitap ederek duygu ve arzuları simgesel bir düzlemde işliyor. Kreutzer Sonatı’nın yoğun dinamizmi ve sürekli hareketliliği, bireyin bilinçdışındaki çatışmalı arzuların ve ilişkisel alanların çarpışmasını sembolize ediyor.

 

 

Toplumsal yapılar ve bilinçdışının savaşı

Tolstoy’un “Kreutzer Sonat” romanında Pozdnişev, çatışma dolu bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Evliliğindeki çıkmaz, kıskançlık ve bastırılmış cinsellik üzerinden şekilleniyor. Psikanalitik bir yaklaşımla bakıldığında, Pozdnişev’in yaşadığı kıskançlık, Freud’un Oidipus kompleksine dayanıyor. Karısı ve kemancının Beethoven’ın Kreutzer Sonatı’nı birlikte çalmaları sırasında Pozdnişev’in hissettiği öfke ve şüphe, bilinçdışındaki terk edilme ve ihanet korkularını yüzeye çıkarıyor.

Roman boyunca Pozdnişev’in eşiyle ilişkisinde duygusal mesafeler ve cinselliğe dair çatışmalar, onun nevrotik yapısını besliyor. Eşine duyduğu kıskançlık, yalnızca onun başka bir erkeğe yakınlaşma ihtimaliyle değil, aynı zamanda kendi arzularının tatminsizliğiyle de ilişkili oluyor. Bu noktada Lacan’ın “arzu, Öteki’nin arzusudur” söylemi belirginleşiyor. Pozdnişev’in kıskançlığı, eşi ve kemancı arasındaki ilişkiden ziyade, kendisinin bu bağlamda nerede durduğunu anlamaya yönelik bir kaygıyı ifade ediyor.

 

Müziğin tetiklediği psikolojik dönüşüm

Beethoven’ın Kreutzer Sonatı, romanda sadece bir müzik eseri olarak değil, aynı zamanda sembolik bir çatışma nesnesi olarak da öne çıkıyor. Müziğin, Pozdnişev’in eşine olan duygularını ve cinselliği nasıl algıladığını etkilediği görülüyor. Müziğin tutkulu doğası, karakterin kendi bilinçdışı arzularını yüzeye çıkarıyor ve bu, onun yıkıcı kararlar almasına neden oluyor. Pozdnişev’in trajik sonuca giden yolu, Beethoven’ın müziğinin hem insan ruhundaki karmaşayı hem de bastırılmış arzuların patlayıcı gücünü temsil ettiğini gösteriyor.

 

Tolstoy, roman boyunca bireysel trajediyi toplumsal bir eleştiriyle harmanlıyor. Pozdnişev’in eşine karşı olan davranışları, dönemin ataerkil değerlerini ve kadınların cinsel özgürlüğüne dair sınırlamaları gözler önüne seriyor. Psikanalitik bir açıdan bu, bilinçdışındaki baskı mekanizmalarının toplumsal yapılarla nasıl bütünleştiğini gösteriyor. Lacan’ın “simgesel düzen” kavramı burada devreye giriyor; toplumun dayattığı ahlaki kurallar, bireyin bilinçdışındaki arzularını nasıl şekillendirdiğini ve bastırdığını açıklıyor.

Pozdnişev’in trajedisi, yalnızca bir bireyin hikayesi olmaktan çıkıyor; aynı zamanda cinsellik, aşk ve evlilik kavramlarının toplumsal bağlamda nasıl sorunlu bir zemine oturduğunu anlatıyor.

 

Bilinçdışı ve sanat arasındaki köprü

Hem Beethoven hem de Tolstoy, eserlerinde insan ruhunun bilinçdışı alanlarını derinlemesine inceliyor. Beethoven, müziğiyle dinleyiciyi bilinçdışındaki en derin korkular ve arzularla yüzleştirirken; Tolstoy, Kreutzer Sonatı’yla insan psikolojisinin karmaşık ve çelişkili yapısını edebi bir şekilde gözler önüne seriyor.

Psikanaliz, bu iki eserin keskinleştirip yüzeye çıkardığı çatışmaları anlamamızı sağlıyor. Lacan’ın “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” görüşü, hem Beethoven’ın müziğini hem de Tolstoy’un edebi dilini anlamak için bir rehber sunuyor. Her iki sanat eseri de bilinçdışının şifrelerini çözmek ve insan ruhunun derinliklerini keşfetmek için birer anahtar işlevi görüyor. Beethoven’ın notalarıyla Tolstoy’un kelimeleri, bilinçdışı ve sanat arasındaki köprüyü kuruyor; bizlere, duygularımızı ve arzularımızı daha derinlemesine anlama fırsatı tanıyor.




 
 
 

Comments


İLETİŞİM

Benimle hulya.filipov@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.

 


Yüz yüze & Online

Şişli/ İstanbul

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Facebook
  • Twitter

© 2018 Hülya Filipov . Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page