top of page

Lacancı Bakış Acısıyla Saldırganlık

Güncelleme tarihi: 11 Eyl

Jacques Lacan bu temayı ele almak için bir dizi tez öne sürer. Psikanaliz, dogmatizme karşıt olarak bir teknik üzerine temellenmiş, açık bir sistemdir. Freud’un ortaya koyduğu ölüm dürtüsü, muammalı anlamıyla öğretide bir çıkmaz olarak yerini alır. Ölümcül eğilimlerin işaret ettiği bu çıkmaz, saldırganlığın psikanaliz deneyiminde neden merkezi bir konumda olduğunu gösterir.


Saldırganlık, öznel bir deneyimde ortaya çıkar. Bir özne, niyetini bir diğerine yönelterek kendini ifade eder; bu, iki özne arasındaki bir deneyimdir fakat üçüncü bir kişi tarafından da yeniden ele alınabilir. Küçük çocukta saldırganlığın varlığı, parçalanma oyunlarında ve parça parça bedenlerde gözlemlenir. Analizde ise saldırganlık, hesaplı yokluklar, seanslara gecikmeler, kesintiler, kaygılar, suçlamalar, öfke tepkileri, gözdağı verme ve şiddet gibi farklı biçimlerde kendini gösterebilir. Analizanın ruhsal yaşamında imagoların önemi büyüktür; çünkü imagolar, saldırgan niyetlerin taşıyıcılarıdır. Sert bir ebeveyn, hiçbir kötü muameleden daha ileri biçimde yalnızca varlığıyla bile korku salabilir. İmgeler ve onların temsil ettikleri somut gerçeklik bu noktada belirleyicidir.


Saldırganlığın dinamikleri, analizin tekniğini motive eden nedenleri belirler. Diyalog, saldırganlıktan vazgeçmenin yoludur. Bu yüzden analistin, danışana öğüt verme tarzında yanıt vermekten kaçınması gerekir. Analiz sürecinde yorumlayıcı müdahale, bir tür eylemsizlik zemininde gerçekleşir. Freud’un “kurtarıcı peygamber” rolüne girme tehlikesine dair uyarısı bu noktada önemlidir, çünkü yardım ya da şefkat bile saldırgan bir tepkiyi tetikleyebilir. Kür sürecinde analiste arkaik imagolardan birinin hayali aktarımı gerçekleşir; en önemsiz bahane bile bu imagoları yeniden harekete geçirebilir. Bunun birçok örneği histeride, obsesif nevrozda ve fobide karşımıza çıkar. Analitik süreç, bir tür “yönlendirilmiş paranoya” üretir; Melanie Klein’ın kötü iç nesneler dediği şeyler de burada açığa çıkar. Bu imagolar ancak analistin özneye kazasız, saf bir yüzeyin aynasını sunduğu ölçüde ortaya çıkar. Ne var ki analizde ve didaktik analizlerde risk büyüktür: Analistinde kendi kopyasını gören hasta, aktarıma engel olur ve bu durum kontrol edilemez kaygılara yol açar. Çift fenomeni, saldırganlığın en incelikli yüzlerinden biridir.

Saldırganlık, narsisistik bir özdeşleşme biçimine eşlik eden eğilimdir. Bu eğilim, paranoyak psikozlarda ve paranoyada açığa çıkar. Saldırgan edim, oto-cezalandırıcı paranoyada sanrısal inşayı çözer. Lacan, paranoyak bilgiye, sanrısal mekanizmalara ve sanrı türlerine değinir: telepati, fiziksel müdahale, zarar görme, zulüm, iftira, hak iddiası ve etki altında olma. Buradan ayna evresine geçer: Çocuğun altı aylıkken aynadaki imgesiyle karşılaşmasındaki coşku, imge aracılığıyla yabancılaşma ve Ben’in inşasıyla birlikte düşünülür. Sekiz ay ile iki yaş arasındaki küçük çocuklarda oyunvari saldırganlık –dirsek atmalar, tokatlar– bu yapının işaretleridir. Ben, Öteki ve nesne arasındaki çatışmalı gerilim, ikiziyle rekabet içindeki saldırganlık ve Ben’in paranoyak yapısı burada kendini açığa vurur. Lacan bu bağlamda üç sanrı biçimine işaret eder: erotomani, kıskançlık ve yorum sanrısı. Klein da çocuktaki erken imagoların ve bunların kalıcılığının önemini vurgular: anne bedeni, baba ve kardeşler. Saldırganlık narsisistik ilişkiyle bağlantılıdır, fakat aynı zamanda her libido evresinde kendini gösterir: sütten kesilme, Ödipus, ergenlik, olgunluk ve gerileme döneminde. Ödipal özdeşleşme, öznenin ilk öznel bireyleşmenin kurucu saldırganlığını aşabildiği bir süreçtir. Lacan, özdeşleşmenin boyutlarını şu ifadelerle noktalarken, “Ben Cumhuriyet’in bir vatandaşıyım… Ben bir erkeğim… Ben bir kadınım…” sonunda “Ben, bir başkasıdır” sözünde ifadesini bulan hakikati vurgular.

Saldırganlık, modern nevrozda ve uygarlığın huzursuzluğunda merkezi bir rol oynar. Bizim uygarlığımızda saldırganlığın üstünlüğü, “Güç erdemi” ile karıştırılmıştır; bu, toplumsal yaşamda vazgeçilmez bir kullanım biçimi olarak karşımıza çıkar. Darwinci yaşam mücadelesi anlayışı, Viktoryen toplumun gezegen ölçeğinde yol açtığı yıkımla birleşmiş ve yüzyılın barbarlığını doğurmuştur. Hegel, insan ontolojisindeki saldırganlığın işlevi üzerinden çağımızın demir yasasını öngörmüştür. Tarihimizin tüm öznel ve nesnel ilerlemesi Efendi ile Köle arasındaki çatışmadan çıkar. Bu çatışma, Makinenin hizmetinde çözümünü bulur. Biz, kapitalist üretimin hizmetindeki bilim ve teknolojinin yüzyılındayız. İnsan arzusunun doyumu ancak başkasının arzusu ve emeği aracılığıyla mümkündür. Bugün kültürel biçimler yok edilmekte ve Ben’in imgeleri her yere yayılmaktadır. Savaş, giderek daha fazla zorunlu hale gelir ve örgütlenmemizin bütün ilerlemelerinin doğurucusu olur. Pax Romana’dan bugüne savaş, inkâr edilemez ölçüde patetik bir saldırganlığa sahiptir.


Jacques-Alain Miller, Olumsuz Aktarım kitabında Lacan’ın bu metnine dair önemli yorumlar yapar. Ona göre Lacan, ölüm dürtüsünü saldırganlıktan hareketle düşünür. Savaş atmosferinin hâkim olduğu bir dönemde, saldırganlık yakıcı bir konudur: Hitler ve Mussolini gitmiş olsa da atom bombası vardır ve herkes Stalin’den korkmaktadır. O dönemin analistleri Freud’un ölüm dürtüsüne itibar etmemiş, kavramın zorluğu nedeniyle onu saldırganlıkla eşitlemişlerdir. Böylece Ego Psikolojisi, ölüm içgüdüsünü saldırganlık olarak çevirmiştir. Miller, “Hastanın sözlerinde bu saldırgan niyeti göreceğiz” derken, saldırganlığı söylemin alanına ait olanla, saldırıyı ise gerçeğe ait olanla karıştırmamak gerektiğini vurgular. Lacan, saldırganlığı ayna evresinden hareketle düşünmeyi önerir: İnsanın Ben’ini kuran saldırganlık, kendi yansı imgesine duyduğu çekim ile, ki bu aynı zamanda başkasına aittir, saldırgan niyet arasındaki gerilimdir.


Olumsuz aktarımın bu bağlamda analitik deneyimin açılış dramı olarak belirmesi şaşırtıcı değildir. Analizin başında bastırılmış imagolar yeniden harekete geçer, bunlar analistin kişiliğine yöneltilir. Bastırma, bir tür saldırı gibi düşünülebilir: özne, dayanamadığı şeyi bastırır, hem saklar hem de unutur. Analitik deneyim başladığında bu yaralar yeniden açılır, tehditkâr imagolar yeniden canlanır ve bunlar analistin hanesine yazılır. Bu durum analist için de kritik bir sınavdır. Çünkü olumsuz aktarım tetiklendiğinde “Acaba bir hata mı yaptım?” sorusu akla gelir. Lacan’ın vurgusu, analistin “kurtarıcı peygamber” rolünden uzak durması gerektiğidir. Aksi takdirde, yardım ya da şefkat bile saldırgan tepkiyi tetikleyebilir.


Lacan, XI. Seminer’de neden bazı analizandan kendisine öfke patlamaları geldiğini sorarken, bunun bedelini bastırmaları kaldırmakla, yani özneyi dehşetten koruyan örtüyü aralamakla açıkladı. Analizin sonunda da benzer bir durum yaşanır: analiste tüm artıklar bırakılır; kırılmış özdeşleşmeler, eski aşk nesneleri ve en nihayetinde çöplük.

 
 
 

Yorumlar


İLETİŞİM

Benimle hulya.filipov@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.

 


Yüz yüze & Online

Şişli/ İstanbul

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Facebook
  • Twitter

© 2018 Hülya Filipov . Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page