top of page

Hamlet ve Arzunun Sonsuzluğu: "To Be or Not to Be" Üzerine Lacancı Bir Okuma


William Shakespeare’in Hamlet trajedisi, insan varoluşunun, arzusunun ve ölümle yüzleşmesinin evrensel bir yansıması olarak kültürel hafızada eşsiz bir yer tutar. Ancak bu metin, sadece dramatik yapısıyla değil, özellikle Jacques Lacan’ın psikanalitik perspektifiyle okunduğunda, arzunun yapısal çelişkilerinin sahnelendiği derin bir metin haline gelir. Lacan, Hamlet’in “To be or not to be” monoloğuna özel bir anlam yükleyerek, bu metni arzu, özne ve ölüm ilişkisi üzerinden yeniden yorumlar. Bu yazıda, Hamlet’in varoluşsal tereddüdü, arzunun sonsuzluğu ve Lacan’ın kavramsal çerçevesiyle nasıl bir içsel yolculuk sunduğu üzerinde duracağız.


Varoluş ve Arzunun Çatışması: “To Be or Not to Be”

Hamlet’in “Olmak ya da olmamak” sorusu, klasik bir intihar monoloğu olmaktan çok daha fazlasıdır. Lacan’ın okumasında bu, öznenin kendi varoluşu üzerine yönelttiği, var olmanın anlamını sorguladığı ontolojik bir krizdir. Hamlet, babasının ölümünden sonra kendini boşlukta, arzusu bölünmüş ve eylemden uzaklaşmış olarak bulur.

Burada önemli olan, Hamlet’in arzusu ile ölüm arasındaki ilişkiyi anlamaktır. Babasının hayaleti, ölümüyle sonsuz bir “donmuşluk” durumunda olduğunu bildirir. Hamlet’in eylemsizliği ve gecikmesi, ölümün ve arzunun kesiştiği bu zaman durgunluğuyla yakından bağlantılıdır. Hamlet, CLAUDIUS’u öldürürse babasını ebedi mutluluğa (cennete) göndermiş olur ve bu, onun intikam arzusunu tamamlamaktan alıkoyar.


Arzunun Sonsuzluğu ve Ölümle Sabitlenmesi

Lacan’a göre, “To be” yani var olmak, bir kez başladığında hiçbir şekilde tamamen sona ermez. Ölüm, arzunun bitiş noktası değil, aksine onu sabitleyen, mühürleyen bir andır. Hamlet’in babasının durumu, yaşam ve ölüm arasındaki bu “askıda kalmış” halin simgesidir. Bu noktada Hamlet, arzusunun sürekli ertelenmesiyle varoluşun trajik paradoksuyla karşı karşıyadır.

Hamlet’in kendini “Danimarkalı Hamlet” olarak tanımlaması, onun arzusu ve kimliğiyle kurduğu bütünleşik ilişkiye işaret eder. Bu, Lacan’ın özne-nesne-arzu üçgeninde, öznenin kendini arzusu içinde buluşunun ifadesidir.


“Oyun İçinde Oyun”: Temsilin ve Arzunun Sahneye Konması

Lacan, Hamlet’in “The play’s the thing” sözüyle özetlenen “oyun içinde oyun” kavramını, arzunun temsil aracılığıyla açığa çıkışı olarak okur. Hamlet, CLAUDIUS’un suçluluğunu ancak temsille, yani oyunun içinde oyun sahneleyerek ortaya çıkarabilir. Bu, öznenin arzusunu dolaylı yoldan ifşa etmesidir.

Bu sahne, aynı zamanda arzu ve gerçeklik arasındaki kırılgan dengedir. Hamlet, oyunu sahneye koyarken hem kendi arzusunu hem de bilinçdışının gizli yapılarını sahneye taşır. Ancak oyun, sadece CLAUDIUS’u değil, Hamlet’in iç dünyasındaki çatışmaları da ortaya koyar.


Anne Arzusu ve “Closet Scene”

Hamlet’in annesiyle yüzleştiği sahne, Lacan’ın özellikle üzerinde durduğu bir başka temel noktadır. Bu “closet scene”de, Hamlet annenin arzusuyla yüzleşir; annesinin CLAUDIUS’la olan ilişkisi, babanın ölümüyle kesintiye uğrayan simgesel yasayı zedeler. Anne arzusu, Hamlet’in trajedisinde kritik bir düğüm noktasıdır.

Burada, Lacan’ın “objet petit a” kavramı devreye girer: Anne, Hamlet’in arzusunun nesnesi olarak bir yandan eksik ve kayıp bir varlığı temsil ederken, diğer yandan arzuya hayat veren boşluk olarak belirir. Hamlet’in annesine yönelik öfkesi ve ikilemi, arzu nesnesinin bu karmaşık konumunu yansıtır.


Mezarlık Sahnesi: Ölüm, Yas ve Yeniden Doğuş

IV. perde mezarlık sahnesinde Hamlet, Ophelia’nın ölümünü ve yas sürecini izlerken kendi varoluşu ve arzusuyla yüzleşir. Lacan’a göre, bu sahne Hamlet’in arzusunun yeniden yapılanması için kritik bir andır. Hamlet, Ophelia’nın ölümüyle arzu nesnesinin geçiciliği ve kaybını somutlaştırır.

Burada Hamlet’in “kral bir şeydir” ifadesi, iktidar, özne ve arzu arasındaki kopukluğu vurgular. Kral, simgesel olarak “şey”leşmiş, arzusunu kaybetmiş bir varlık iken; Hamlet ise arzusunun peşinden koşan, parçalanmış ama hareket eden öznedir.


Son Perde: Arzunun Tamamlanamazlığı ve Ölümle Buluşması

Son perde, Hamlet’in arzusunun tamamlanamazlığına ve trajik ölümle son bulmasına sahne olur. Hamlet, Laerte’le düelloda zehirlenir, ancak aynı zamanda CLAUDIUS’a karşı intikamını alır. Lacan’a göre bu, arzunun ölümle kesildiği değil, eylemin ve sembolik düzenin yeniden kurulduğu bir andır.

Hamlet’in trajedisi, arzunun sonsuz ertelenmesi, eyleme geçememe ve ölümüyle tamamlanan sürekli bir süreci gösterir. Bu bağlamda Hamlet, sadece bir edebi karakter değil; insanın bilinçdışı arzularının, toplumsal yasaların ve ölümle ilişkili yapısal çatışmaların simgesel temsilidir.


Sonuç: Hamlet’in Evrenselliği ve Lacan’ın Katkısı

Lacan’ın Hamlet çözümlemesi, Shakespeare’in eserine yeni bir derinlik kazandırır. Hamlet’in varoluşsal krizi, arzunun doğası ve insanın bilinçdışı dünyasıyla ilişkisi, Lacan’ın kavramları ışığında daha anlaşılır hale gelir. To be or not to bemonoloğu, artık sadece bir varoluş sorgulaması değil, arzunun yapısal dinamiklerinin ve öznenin kendini kurma mücadelesinin dramatik ifadesidir.

Bu okuma, Hamlet’i insan psikolojisinin ve kültürel temsilin en derin noktalarına dokunan bir metin olarak yeniden konumlandırır —ve her okuru, kendi arzusunu ve varoluşunu sorgulamaya davet eder.

 
 
 

Comments


İLETİŞİM

Benimle hulya.filipov@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.

 


Yüz yüze & Online

Şişli/ İstanbul

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Facebook
  • Twitter

© 2018 Hülya Filipov . Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page